Zaman-sızıma..
Sana mektup yazmak nerden aklıma geldi bilmiyorum. Sanırım hüzünlü kızlara özendim. Öyle afili bir şey bekleme benden. Giriş gelişme sonuç olmayacak tıpkı sen ve ben gibi bir bütün olamayacak.
Gönül yazımı bilirsin düzensizdir birazda okunaksız. Anlatacaklarım var. Sadece dinle….
Sessizliğini dinledim uzun bir süre. Düşündüm taşındım çözümünü bulamadım. Özlemek neden bu kadar yorar insanı? “Özlem” isminin eyleme dönüşme çabasından mı? “Düş” ün “düşünmek” kadar büyümek özentisinden mi beynimin içindeki tüm hayallerin çocukluktan vazgeçip başımın etini yemesi? Ne zaman lafın bir ucu sana çıksa sonuna gelemeden heba oluyor gülümseyişlerim.
Yorgunum…
Şu saatlerde sıcak çekildi kapı eşiğine. Senin rüzgarların var sen kokan. Zaman öldürüyorum geçmişi yoklayarak leşlerim çoğalıyor. Dip balığı oluyorum. Tüm bu çırpınışlarım tek bir nefeslik su yüzüne çıkıştan öteye götürmüyor beni. Yüzün geliyor gözlerimin önüne beni dinlerken kalkan kaşlarına asılıyorum tut beni çıkar diye… Gözlerinde boğuluyorum…
Sol yanıma yatsam seni uyusam hep rüyada kalsam… içim dilime vuruyor konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor; sakladıklarımdan ve senden bahis açmama inadımdan. Burnumu bir karış dikiyorum havaya içim düşüyor. Oysa söz vermiştim kendime üzerime giydiğim güçlü kız kostümü çıkmayacak çıksa da senin haberin olmayacak diye. Varlığımla yokluğum ayırt edilemez olacaktı senin için “herkes” olacaktım ve belki “hiç kimse!”…
Beceremedim…
Kimse görmeden tutup elinden kaldırdım içimdeki ufaklığı. Çok acımış kimseye belli etmedimedemedim.. Teselli bile aramadım kızgınlıklarıma hakkımdı bu kara isyan. Sonra fark ettim ki ben bu zamana ait değilim ve biliyorum sende… O yüzden hep “an”larda teğet geçtik birbirimizi.
Ama içime dokundun bir kere . Parmak izlerin duruyor bakışlarımda. Nereye baksam senden bir iz bırakıyorum. Bu aralar kendime hep suçüstüyüm. Islah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var. Tek dinginliğim kelimelerin. Koklayıp koklayıp saklıyorum hafızama. Arşivimde acılarım var benim. Rutubetli; güneşe serip kuruttuğum. Tozunu alıp halı altında biriktirdiğim hatalarım. Seninse anlatmadığın masalların var. “Sus”ların kucağında çocuk masumu yüzün ve küfrengi günahların…..
Baksaydın korkmayıp gözlerime. Sana keşkelerimi sunacaktım terketmeden bahar kıpırtısı içimi.
Yalpalamayacaktım bugünlerde yarınlara inançsızlığımla ve biliyor musun “kal” deseydin
rüzgarlarla getirdiğin son hecemle kavrulacaktı bahar bitimi…
Çırılçıplak sevdalar dört mevsimdi. Ayı günü yoktu.Gidenler tekrar gelebilmek için gitmişti.ihanet sayıldı. Sükut altındı; yağmur gibi çisil çisil acıkmış bir nefesin dudaklarında tadımlık. Korkaklık sayıldı.
Dinleseydin aryaları kulaklarına çalınan tını; sevgilinin sızlayan ahına eşti… Yoldaştı sayıklamalara in-ce in-ce in-ce …
Bil(e)medin…
Yaşananların üstünü örtecek kadar şeffaf bir kelimem yok. Sen bilirsin ürkekliğimi tarihten çalınmış eğreti kahramanlığımı…çekerim kılıcımı zamana ama kesip atamam biriktirdiklerimi. Gözlerim yağar toprak kokar ve filizlenir kabuk bağlayan yaralarım. Dilek kipleri bağlarım. Kaçışlarım sana meyilimdendir . Sessizliğine sığınışım kabullenişimdir her şeyi. Sakın “neden” diye sorma! Verdiğim her cevap mayındır pişmanlığıma.
Ve bu bir iç dökümdür çağıl çağıl. Bil ama bilme!
Su Kuşun
Kahraman Tazeoğlu